Yüce Önder Atatürk Cumhuriyet’i kurduğu yıllarda;yeni yönetim biçiminin vatandaşlar tarafından nasıl karşılandığını merak eder olmuştu.Bir gün; Nuri Conker’i yanına çağırarak: “Gel yardım et bana…Kaçalım köşkten…” Florya Köşkü’nün tüm nöbetçilerini atlatıp köşkten çıkarlar. Küçükçekmece’ye doğru giderken tarlasında sabanla çift süren bir çiftçi görür. Çiftçinin sabanında koşulu olan öküzün yanında, koşulu bir de merkep vardır. “Şoföre arabayı durdur” der. Arabadan iner. Tarlaya doğru yürür. Çiftçi kendisine doğru geleni görmüştür. Sabanında koşulu olan öküzü ve merkebi durdurur. Atatürk, yanına gelince, -Kolay gelsin Ağa, -Sağ olasın Bey! Hoş geldin. -Hoş bulduk Ağa. Yoldan geçerken dikkatimi çekti. Öküzün yanına merkep koşmuşsun. Hiç öküzün yanına merkep koşulur mu? Bunlar denk değil. Köylünün canı sıkkındır. Biraz da alınmıştır. Bezgin bir ses tonuyla, -Merkeple öküzün yan yana koşulmayacağını bilmiyom mu sanıyon Bey. Sen bunu bana mı söylüyon? -Kime söylemeliyim Ağa? -Sen bunu git vergi memuruna söyle. -Vergi memuruna mı? -He ya! Bu sene ürünüm kıt oldu. Vergi borcumu ödeyemedim. Dört gün önce vergi memurları öküzün eşini “vergi borcunu karşılar” diyerek alıp götürdüler sattılar. Benim öküzün eşi sizin gibi beylerin sofrasına et, sucuk oldu Bey. Atatürk, -Neden Kaymakam Bey’e gidip durumu anlatmadın Ağa? -Gittim bey. -Kaymakam ne dedi? -Git borcunu öde, dedi. -Sen de Vali Bey’in yanına gitseydin. -Kapıdaki jandırmaların içeri almadı, bey. -Başvekil İsmet Paşa’ya telgraf çekip, durumunu niye izah etmedin? -İnsanı güldürme bey. Başvekilin kulağı sağır, duymaz diyola, -Peki! Gazi Paşa’ya niye telgraf çekmedin?, -O’nunda bir gözü, görmez diyola. Atatürk, cüzdanından elli lira çıkarır. -Bunu kabul et ağa. Öküzün yanına bir eş alırsın, der. Elleri titreyen köylünün, elini sıkar ve yanından ayrılır. Başbakan İsmet Paşa’ya şu telgrafı çeker. Derhal Heyeti Vekileyi topla, İstanbul’a gel.” Başbakan başkanlığında Bakanlar Kurulu Florya Köşkü‘ne gelirler. Atatürk, şoförünü köylüyü alıp gelmesi için yollamıştır. Gözleri karamış, ayakları bedenini taşımakta zorlanan köylü, heyecandan kalbi fırlayacak gibidir. Tanıdık bir ses duyar, -Hoş geldin Ağa, gel yerin burada diyen Atatürk, sağ tarafında, yanında ayırdığı boş sandalyeyi eliyle işaret eder. Köylü, zorlanarak ve yığılırcasına sandalyeye oturur. Köylünün soluklanmasını ve rahatlamasını bekleyen Atatürk, bir müddet sonra, -Seni buraya niye çağırdım biliyor musun Ağa? -Hayır Bey, bilmiyom. -Dün bana anlattıklarını, bugün burada anlatmanı istiyorum. Ama; bir tek kelimesini dahi atlamadan, eksiksiz olarak anlatmanı istiyorum. Köylü başından geçenleri anlatır. Köylünün konuşması bitince Atatürk, masada oturanları tek tek tanıtır. Kendisinin de Gazi olduğunu söyler. Sonra ayağa kalkar. Elini masaya sertçe vurarak, öfkeli bir sesle; “Beyler, ben çiftçinin koşumluk hayvanını, tohumluk buğdayını, tarım aletini, sağımlık hayvanını sattıran kanun istemiyorum. Ankara’ya dönecek ve bu işi hemen halledeceksiniz” der ve sonrasında hemen bir gecede İcra İflas Kanunu Madde 82/4. Borçlu çiftçi ise, kendisinin ve ailesinin geçimi için zorunlu olan arazi ve çift hayvanları ve nakil vasıtaları ve diğer teferruatı ve tarım aletleri haczedilemez” hükmü çıkar.(alıntıdır) |
188 kez okundu |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |