“Yaşamında; malını, mülkünü, paranı, pulunu kaybet, ancak ve ancak; onur ve şerefini asla ve asla kaybetme”…Değerli dostlar, “TATLI DİLLE” köşesini İstanbul Üçüncü Bölgede 29 yıldan beri gazeteniz ‘BİZİM YAŞAM’ da, daha önceleri de başka gazetelerden okudunuz. Yani 33-35 yıllık bir süreçten beri, bu köşeyi adına yaraşır bir şekilde devam ettiren sizlersiniz. Köşenin ismini Aydın’da öğretmenlik ve orada çıkmakta olan ‘KIROBA’gazetesini yönetirken koymuştum. Bu da bir hikayeden esinlenerek olmuştu. Hikaye şöyle: Padişah kendisine yetenekli bir aşçıbaşı bulunması için ülkede duyuru yaptırır. Memleketin her köşesinden kendine güvenen aşçılar sarayda toplanır. Padişah; herkesin en güzel yemeği yapması talimatını verir. Onlarca aşçı yemekleri yaparak hünerlerini gösterir. Padişah, sunulan yemeklerden, birini beğenir. Daha sonra, aşçılara en kötü yemekleri yapma talimatı verilir. Yine aşçılar bu konuda da, becerilerini göstermeye çalışırlar. Padişah; en kötü yemekten de birini seçer. Sonra da; bu yemekleri yapan aşçıları huzuruna çağırtır. Gelen aşçı tek kişidir. Yani; iyi yemeği de, kötü yemeği de yapan aynı aşçıdır. Padişah aşçıya sorar: -Bu yemekleri sen mi yaptın? -Evet Sultanım. -Peki, önce iyi yaptığın yemeğin ana malzemesi nedir, anlat. -Sultanım; ana malzemesi dildir. Eğer dilinizi iyi kullanırsanız bütün sevgiler, dostluklar ‘tatlı dille’ kazanılır, tatlı dilin açamayacağı kapı yoktur. Onun için dili kullandım. -Şimdi de kötü yemeğin ana malzemesi nedir, onu anlat! -Sultanım, onun da ana malzemesi dildir. Padişah müdahale eder. -Nasıl olur, ‘iyi yemek’ dedim dilden yapıyorsun, ‘kötü yemek’ dedim dilden yapıyorsun? -Anlatayım sultanım. Eğer dili gerektiği gibi ve iyi kullanmazsanız, kavgalar, dövüşler, cinayetler hep dil yüzünden olur. Bundan daha kötü bir malzeme olur mu? Padişah biraz düşünür. Bu aşçı; yetenekli olduğu kadar oldukça akıllıdır. Devlet adamlığı özelliği vardır. Tutar adamı vezir yapar. İşte sevgili dostlar, bu hikayeden esinlenerek, köşemin adını ‘TATLI DİLLE’ koymuştum. Kimseyi kırmamaya, eleştirilerimi dostça ve mümkün olduğunca tatlı dil kullanarak anlatmaya çalıştım. Bu nedenle ‘TATLI DİLLE’ köşesi çok tuttu. Amma ve lakin, ben bu şekilde düşünürken, kimi zaman bazıları, bu tatlı dilin lezzetini anlamadılar. Eh…Anlamıyorlarsa, onlara da anladıkları dilden konuşmak, yazmak gerekmez mi? İşte o zaman müsaade ve izninizle: Bölgemiz belediyelerinin, basın danışmanları ve çalışanları var. Basınla ilgili çalışmaları bu arkadaşlar yürütüyor. Bir çoğu, gerçekten de gazetelerle iyi iletişim içinde ve haber akışı mükemmel. Ama bazıları da var ki, görevini baskı olarak kullanmaya çalışıyor. Sanki o görevde ve koltuğa yapışıp kalacağını sanıyor. Görev ve sorumluluk ona ağır geldiğinden, daha açık anlatımla, görev ona hükmettiğinden, oda gazetecilere hükmetmeye çalışıyor. Gazetelere emek karşılığı verilen ilanları adeta lütuf sanıyor. Sanki kendi cebinden çıkıyormuş havası basıyor. Biz lütuf değil, emeğe saygı istiyoruz. Benim; ilke kabul ettiğim şu iki söz var; “ Hangi görevde olursan ol, onu baskı aracı olarak kullanma. Yaşamında; malını, mülkünü, paranı kaybet, ancak ve ancak; onur ve şerefini asla ve asla kaybetme”…
|
177 kez okundu |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |